top of page

Açık ve Şeffaf (1): Çıkar Çatışması


Canım arkadaşım Dr. Müge Cantekin "İki Yüzlü Güven Ortağı" kitabında şöyle yazıyor: (mealen) Bir ortamda “güven” sözünü çok duymaya başladıysanız, bilin ki güven kaybolmaya başlamıştır. Ülkemizin bütününde, toplumsal hayatta, sokakta ve basında, sosyal medyada, hatta kurumlarımızın içinde bile tam olarak da bu durumdayız! Sürekli "güven güven" diyoruz çünkü tutunabilecek bir dal arıyoruz. Bir yönetici tarafından güvenin nasıl sağlanacağı, kurum içinde güven kültürü veya takımı takım yapan güven unsuru üzerine hepimiz zaten sık sık görüş belirtiyoruz. Oysa konunun bir de en derindeki kökü var: Çıkar çatışması. Güven ilişkisi özünde risk almaya dayanıyor, ortada bir risk yoksa kimseye güvenme gerekliliği de yok. Çıkarları farklı yönde olan iki kişi aralarında bir anlaşma yaparak, ikisi için de daha avantajlı olabilecek bir noktaya doğru gitmeye karar veriyorlar. Ancak bu durum ikisi için de risk barındırıyor... En basitinden işveren-çalışan ilişkisini ele alırsak, özünde bu iki taraf arasında net bir çıkar çatışması var çünkü patronun maaş olarak verdiği her kuruş kendi cebinden çıkıyor; yani daha az para öderse onun çıkarına... Çalışan açısından da patrona ne kadar az zamanını ve enerjisini vakfederse o kadar çıkar sağladığı düşünülebilir, yani maaşını ne kadar az yorularak alabilirse o kadar iyi diye... Ama patron bir çalışan istiyor çünkü işini büyütebilmek veya daha iyi işini daha iyi yapabilmek için o kişiye ihtiyacı var; çalışan da iş istiyor çünkü gelir elde etmesi gerek. Ve işte bu temel anlaşma üzerinden el ele vererek yola çıkıyorlar ama ortada ikisi için de büyük riskler var: Ya çalışan maaşını alır ama dişe dokunur bir şey yapmazsa? Ya patron bütün işleri yaptırıp da ay sonunda maaşı ödemezse? Benim açımdan çıkar çatışması ile güven ilişkisi arasındaki bağlantı, her şeyin şeffaf ve açık olmasıyla ilgili. Bizde sıklıkla düşülen yanılgı, çıkar çatışması “yokmuş gibi” davranılırsa her şeyin daha rahat yürüyeceği! Yani hiç sorun yokmuş ve herkes çok mutlu olacakmış gibi başlayıp, ondan sonra da her zorlukta çatışma çıkması ve karşılıklı güvenin yitip gitmesi durumu... Oysa baştan çıkar çatışmasını kabullenip, tanımlayıp, ardından da dört başı mamur bir şekilde anlaşmaya varırsak her şey çok daha kolay. Evet bu süreç sıkı bir müzakere gerektiriyor, iyi bir tasarım yapmak ve her iki tarafı da rahat ettirecek sonuca ulaşmak için çok uğraşmak gerek. Ama bunu bir kereliğine yapıp sonra da o anlaşmaya sadık kalarak birlikte güven inşa ediyoruz. Belirsizlikler ve kaygılar bu şekilde ortadan kalkıyor, iş birliğinden amaçlanan başarı ortaya çıkmaya başlıyor. Yani iş başarılı oluyor, patron en iyi şartları sağlıyor ve çalışan elinden gelenin en iyisini yapıyor. Böylece iş büyüyor, daha da başarılı oluyor... Aynı güven ilişkisi müşteri ve tedarikçi arasında da geçerli. En baştan ayrıntılı bir plan -sözleşme- yaparak yola çıkılırsa, her iki taraf da isteklerini ve sınırlarını açık bir şekilde ortaya koyarsa, bu anlaşmaya dayanarak yapılan iş başarılı oluyor. Müşteri istediği çıktıyı, tedarikçi de emeğinin karşılığını alabiliyor... Ama bu ilişkideki en büyük kazanç gene güven! Çünkü asıl sorun, müşteri açısından, her defasında yeni tedarikçiler aramak ve tekrar tekrar aynı çabaları sarf etmek, aynı belirsizlikleri yaşamak; tedarikçi açısından da her defasında yeni bir müşterinin bilinmezlikleriyle uğraşmak. Oysa her iki taraf da uzun senelerdir birlikte çalıştığı, huyunu suyunu bildiği, birbirine nazı geçen yani birbirine güvenebileceğini bilen muhataplarla çalışmak istemez mi? Bunun da çok basit bir yöntemi var: Daha iş başlamadan "malzemeden nasıl çalarım” veya “şöyle şöyle der parasını ödemem” diye hinliklere değil, nasıl iyi bir anlaşma yapılabileceğine kafa yormak.

Özünde ihtiyacımız olan şey iyi iş birlikleri kurabilmek. Bunun için de “her şey her zaman iyi olacakmış” gibi kendini aldatmamak! Evet karşılıklı olarak iyi davranmak ve iyi niyetli olduğumuzu göstermek gerek ama çıkar çatışmasını görmemezlikten gelerek değil. Tam tersine bu olası çatışmayı en ince ayrıntısına kadar düşünüp, çatışmanın nasıl çözüleceğini en baştan ve birlikte kurgulayarak.


Diğer yandan, güven ilişkisi içinde yürüyen ve iyi bir anlaşmaya dayanan işlerde dahi şartların değişebileceğini unutmamak gerek. Yani güven ilişkimiz var diye çıkarlarımızı savunmayı bırakacak değiliz. Bu bizim hakkımız. Ama açık açık, nedenlerini ortaya koyarak ve yapıcı bir şekilde. Gizli saklı, hileli hurdalı veya pasif agresif yollardan değil. Yani güven ilişkisini zedelemeden de çıkar çatışmasını yürütmek mümkün.


Çerçevesini ve kurallarını iyi belirleyerek, ama en çok da karşılıklı anlayış ve hoşgörü çerçevesinde. Çünkü karşımızdaki kişinin niyetinin iyi olduğunu bildiğimiz sürece her şeyi dinleyebiliyor, her soruna çözüm arayabiliyoruz.

Ama güvenimiz bir kez sarsıldığında kılıçlar çekiliyor ve hemen o an işler kötüye gitmeye başlıyor... Güven ilişkisini başlı başına bir "olgu" olarak görüp, onu oluşturmak, sonra da korumak-kollamak ve geliştirmek için önce bir farkındalık, sonra da çaba gerekiyor. Ama bu öyle bir iş ki, güveni kurabildiğimiz her durumda emeklerimizin karşılığını kat be kat alıyoruz. En önemlisi de bu güven ilişkileri sayesinde "karşı taraflar", hasımlar değil, arkadaşlıklar ve dostluklar kazanıyor hayatımız! Bu sürece liderlik etmek, attığımız her adımda güven ilişkileri kurarak iş birlikleri yaratmak bizim elimizde.

Comments


bottom of page