top of page

Doğan Güneş



Stratejisi neydi? Hücum etmek!


150 Yıldır savunma savaşı yapmış bir orduyu taarruza geçirmek.


Kendisinden 3 kat büyük bir orduya karşı bu mantıklı bir strateji miydi?

Hayır. Ama mecburdu! Yenik ve yorgun bir halkı ayağa kaldırabilecek “ortak hedef” ancak hücum etmek olabilirdi…


Stratejinin en kritik noktası neydi? Beklemek.


Taarruz edebilecek gücü toplamak için ordu tam 1 yıl boyunca hazırlık yaptı! Düşman işgali altında, her gün zulüm gören ve imkânsızlıklarla baş eden bir halka o sabrı aşılamak… Ama eğer senin stratejin hücum etmekse ve bunun tek çıkar yol olduğuna inanıyorsan, o bir yıl boyunca çalışman gerekiyor: Kaynak yaratacaksın, emek verip kan ter içinde üreteceksin. Verimli olmaya, hızlı çalışmaya mecbursun. Strateji sadece bir laf, topu tüfeği üretense eylem.


Stratejinin en zor yanı neydi? Gizlilik.


Ne yapmak istediğinden, amacının ne olduğundan karşı tarafın haberi olmaması. Ne düşman keşif uçakları ne o 5 kıtaya yayılmış kraliyet casusluk teşkilatı ne de muhalifler (veya işbirlikçiler!) istihbarat alamamalıydılar.


Strateji böyle kurulmuştu, ama bunun altındaki “hedef” neydi?


İlk saldırıyla birlikte Tınaztepe’yi almak! Bu kadar basit ve net. Bu kadar hızla ulaşılabilir… Ama zor. “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” değil, o tam 4 gün sonra söylenecek…


Saldırı saati olarak 26 Ağustos günü saat 04:30 planlanmış. Ama çok sis var. Körü körüne uygulama yok, plan değiştirilip saldırı saati 05.30’a alınıyor… Ama hedef değişmiyor!


Saldırı saati belirlenmiş, ama tüm gece boyunca 5.Kolordu süvarileri sızma harekâtı yapmış; düşman hatlarının gerisine intikal etmiş. Hedefe tek yoldan ve tek yöntemle değil, birçok farklı açıdan ilerleniyor. Parçaların bir araya gelmesiyle hedefe ulaşılacak.


5.30’da ağır topçu ateşi, yarım saat sonra da piyade taarruzu başlamış ve kısa sürede Tınaztepe geri alınmış. Ama öğlene doğru destek düşman kuvvetlerinin yetişmesiyle hücum duraksamış, hatta kısmi geri çekilmeler yaşanmış. Yani “hedefi tutturduk” deme lüksü yok! İş bitmemiş…


Akşama doğru hatlar arasında denge kurulmuş, hatta düşman avantajlı hâle geçmiş. Ancak bu esnada farklı bölgelerden yapılan 2 taarruz sonucu, destek kuvvetlerinin önü kesilmiş ve düşmanın merkeziyle iletişimi kopartılmış. Bu sayede de ertesi gün cephe tamamen yarılmış.


Akşamki programın hazırlıkları için masamın başına oturmuştum. 1 saat kadar sonra kalktım, balkona çıktım, bayrağımızın önünde durdum ve yüzümü güneşe döndüm. Sirenler çalmaya başladı… Sonra da mahalledeki okuldan İstiklal Marşı geldi.


Neden sonra masamın başına geri döndüğümde artık başka hiçbir şey düşünemez hâle gelmiştim. Ve bu satırlar çıktı.


Haa bir de ne oldu biliyor musunuz? Yüzüme vuran güneşle kalbimdeki duygular tek ve bir oldu: İlkokuldan beri Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Atamızın neden hep “doğan güneş” ile eşleştirildiğini belki ilk defa bu kadar içimde hissettim. (Bu hisle ne yapmam gerektiğini de çok iyi biliyorum).


Comments


bottom of page