top of page

GİTMEK - KALMAK



Antrenörlük ile iş hayatındaki yöneticiliğin ortak noktaları çoktur. Genç antrenörlerde en sık rastladığım hatalardan biri, antrenman esnasında telefonlarına bakmaları veya başka bir kişiyle sohbet etmeleridir. Çünkü antrenmanın sihri, oyuncunun antrenör tarafından izleniyor olmasındadır. Atılan süper üçlük veya dünden daha fazla kaldırılabilen ağırlık ancak antrenör onu gördüğünde anlam kazanır. Performansı açığa çıkaran ve hem oyuncunun hem de takımın gelişmesini sağlayan şey de bu sihirdir.


Aynı durum günlük iş hayatlarımız için de geçerlidir çünkü aslında yaptığımız her işin görülmesini isteriz.


🏄‍♂️ İnsan doğası gereği kendimizi hep zorlamamız gerekir, hep biraz daha fazlası veya farklısı için.

🏄‍♂️ Yoksa köreliriz.

🏄‍♂️ Köreldiğimizi de hemen o an hissetmeye başlar ve mutsuz oluruz.

🏄‍♂️ O mutsuzluğun geri dönüşü yoktur, bizi ayrılığa veya daha da kötüsü paslanarak çürümeye kadar götürür.


NBA’de “tanking” diye bir uygulama vardır, bilerek kaybetmek anlamına gelir. NBA tüm takımlara eşit şans tanımak adına, her sezonun sonuncusuna, bir sonraki dönem için ilk oyuncu seçme hakkını verir. Yani ligi örneğin 30.olup son sırada bitirdiyseniz, yeni oyuncu seçim gününde 30 seçme hakkından ilki sizin olur. Böylece en iyi genci seçip başarı şansınızı arttırırsınız.


Kulağa son derece mantıklı gelse dahi bu kuralın sezon içindeki yansımaları tam anlamıyla felâkettir çünkü şansı kalmayan takımlar bilerek kaybetmeye başlarlar! Bu da A’dan Z’ye tüm camiayı zehirler çünkü takım kültürü kazanma ve aidiyet üzerine kuruludur. Bilerek kaybetmeyi bırakın, kaybetmeye göz yummaya başladığınız anda dahi artık Koç-oyuncu ilişkisi dejenere olur. Bir Koç oyuncusuna “atma” veya “tutma” diyemez! Yoksa bir daha onun yüzüne bakamaz.


Alıştığımız ve beklediğimiz, yöneticimizi saha kenarında sürekli ayakta ve hırslı görmektir. Her şeyin anlamını yitirmemesi, kazanmak için oynadığımızı bilmek ve hissetmek buna bağlıdır.


🏀 Aksi durumda “en iyi ben” olamam.

🏀 En iyi ben için kendimi zorlamıyorsam da mutsuz olmaya mahkumum…

🏀 O mutsuzluk da ayrılıkları getiriyor.


İşimizde mutsuz olduğumuz günler vardır ve ayrılmayı düşünürüz. Bu gibi durumlarda önümüzde 2 seçenek olduğunu anımsamak gerekir: Ya tekrar %100’ünü vererek işinin başına dönmek ya da ayrılmak. Çünkü körelme hissiyle bir gün dahi yaşanmamalı.


Ne dersiniz, sizce en çok hangisi yaşanıyor:


❓ Kendimizi aşmak için yeterince uğraşmayıp, sonra da bunun suçunu yönetici ve kurumlarımıza mı atıyoruz,


❓ Yoksa yaptıklarımız görülmeyerek veya tanking nedeniyle sürekli köreltiliyor muyuz?

Comments


bottom of page