top of page

Her Şey Hande, Meliha ve Simge’yle Başlıyor



“…manşette sahanın ortasındayım, rakip servise hazırlanıyor ve dimdik bana bakıyor. Tabii ki gene bana atacak servisi. Arka arkaya 4.olacak bu: İlk attığı elimden sekip “ace” oldu; sonraki 2 servisi de doğru dürüst alamadım pasör beni gözleriyle dövüyor! Yerimde hafif hafif zıplıyorum kendime gelmek için. Hakem düdüğü çaldı servis birazdan gelecek, hafifçe çöküyor ve kollarımı açıyorum. Gene yüzen servis gelecek, manşete yerleşmek için belki bir küçük adım atma zamanım olur -çok hızlı davranmam gerek!- ama top fileyi geçtikten sonra yön değiştiriyor. Çok gerginim, oysa kollarımın yumuşak kalması gerek. Artık sahada yalnızca o ve ben varız, bu bir bilek güreşi! Topu havaya atıp zıplıyor…”


Servise manşet almak voleybolda takım için her şeyin başladığı an. Siz o servisi karşılayamazsanız takım arkadaşlarınız oyuna giremiyor, sayı hemen oracıkta bitiyor.


Tokyo’da bizim manşetçilerimiz Hande Baladin (23 Yaş, 1.90m), Meliha İsmailoğlu (27 Yaş, 1.88m) ve liberomuz Simge Aköz (30 yaş, 1.68m). 6 Maçta karşıladığımız toplam 269 servisin %86’sını pasöre onlar atıyor.


Eskiden manşet almak hatasız yapılması gereken bir iş olarak görülürdü, yani top pasörün tam eline gelmezse bu bir başarısızlıktı.


Tıpkı iş hayatında hatasız yapılması gereken işler gibi. Hata yapılmadığı sürece “aferin” alması, görülmesi ve takdir edilmesi pek zor olan, ama her gün ve çok miktarda yapılan işler.

Modern voleybolda smaç servisin artmasıyla birlikte artık manşete bakış açısı da değişti: İyi bir yüzdeyle ve en önemlisi istikrarlı olarak manşet almak sizi başarılı kılıyor.


Peki neden bu kadar zor? Neden bir maçta %75’le karşılarken bir sonrakinde %27’ye düşebiliyor manşetçi? Neden özellikle manşet alması için Şeyma Ercan (27 yaş, 1.87m) ABD maçında oyuna giriyor ve belki de maçı döndüren kişi oluyor? Hepimiz atılan smaçları görüyor ve alkışlıyoruz, ama ikinci sette girip maç sonuna kadar %76 ile manşet alan Şeyma’nın kollarında başlıyor bütün oyun. Gene de kazanamıyoruz ama maçı 2-0’dan 2-2’ye getiriyor, son sette ucu ucuna kaybetsek de 1 puanı cebimize koyup, özgüven yarası da almadan turnuvaya devam ediyoruz.


Servis karşılamak çok zor çünkü özünde atıcılık sporlarına benziyor: Olağanüstü bir konsantrasyon ve topa değdiğin (oku attığın, silahı ateşlediğin) anda büyük bir güven gerektiriyor. Örneğin dart gibi, ama tek bir farkla: Dart size havadan uçarak geliyor, koşup yakalamak için 1 saniyeniz var ama elinizde tutmanız da yasak ve değdiğiniz an onu tekrar fırlatıp hedefi tutturmanız gerekiyor!!! Haa bir de ufak detay var: Manşetçilerin -libero hariç- ÇOK da iyi smaç atmaları gerekiyor.😊 Yani manşet almak tek işleri değil…


Püf noktası nedir biliyor musunuz iyi bir manşetçi olmanın? “Bana at” demek!

Atılacak servisten sahada ya saklanırsınız ya da servisi istersiniz. Her iyi oyuncu öyle görünmek gerektiğini bilir, ama vücut dili bize ihanet eder. Arka arkaya 2 manşeti kaçırdıysak ve herkes bize bakıyorsa, bir sonraki servis için ortada dimdik durup “haydi at” demek hiç kolay değildir… Ve manşet alamazsanız hücum yapamazsınız. Maç kazanamazsınız.


Bizim çok cesur 4 manşetçi sultanımız vardı Tokyo’da. Onların sayesinde Olimpiyat Çeyrek Finali gördük ve daha nicelerini yaşayacağız. Elleri titremedi, saklanmadılar. Sayıyı da seti de kaybetseler çıkıp bir daha “bana at” dediler!


Türk Kadın Voleybol Milli Takımımızla gurur duyuyoruz. Bize yaşattıkları mutluluk için minnettarız.




Comentários


bottom of page