top of page

Islıklandığın An…

11-12 Yaşındayken babam bana bir Sunfish yelkenli almıştı. Tek kişinin yarışması için tasarlanmış bu tekne, Türkiye’de seri olarak üretilen ve yaygınlaşan ilk fiberglas yelkenlilerden biriydi. Teknem olduktan sonra ben uzun süre “gezdim” -büyük bir keyif olduğunu söylemeye dahi gerek yok!- Zaman içinde, bir gün başka tekneler gördüm, yanlarına gittim ve giderek bir yelken klübünün parçası oldum; sonra lisanslı bir yelken sporcusu ve senelerce/senelerdir yarışçısı.

Yelken klübüne girdiğim ilk birkaç sene yalnızca aramızdaki yarışlara katılıyordum. İyi gidiyordum fena değildim, kendi küçük grubumuz içinde kafaya oynuyordum. Sonra bir gün, benim şansıma organizasyon bizim denizimizde yapılıyordu, Türkiye şampiyonasına katıldım! İlk yarış yapıldı, bitti ve karaya döndüm. Ne olup bittiğini de tam anlayamıyordum çünkü hayatımda ilk defa bu kadar çok tekne görmüştüm… Her zamanki kayıkhanemize döndüm, teknemi karaya çektim ve o çocuk hâlimle büyüklerin ve arkadaşlarımın bana farklı bir şekilde davranmaya başladığını fark ettim! Çünkü, -meğer!- Türkiye şampiyonasının ilk yarışında çok iyi gitmişim!!! Hayatımda ilk defa bireysel bir sporda başarı göstermiş ve takdir görmüştüm.


Futbolcu Cristiano Ronaldo bu hafta kariyerindeki 758. resmi golünü atarak efsanevi Pele’yi geçti.

Zaten senelerdir Messi’yle birlikte dünyanın en iyi futbolcusu olduğu düşünülen Ronaldo, aynı zamanda da büyük bir istikrar abidesi çünkü bu sayıya ulaşırken sezon başına gol ortalaması 42! Manchester United’ta, Real Madrid’de, Juventus’ta yani İngiltere, İspanya, İtalya liglerinde veya Portekiz Milli Takımı’nda oynaması bu ortalamayı düşürmemiş yıllar içinde. Ronaldo nerede oynarsa oynasın sürekli bir sürü gol atmış.

Ronaldo kadar büyük bir oyuncuyu gözünüzde nasıl canlandırırsınız? Kupalar kaldırırken, alkışlanırken, adına tezahürat yapılırken… Gittiği her klübün yıldızı olmuş, taraftarların ve camiaların büyük umudu olarak gelmiş, kendisinden hep büyük başarılar beklenmiş kişi. Ama biz iş hayatından da gayet iyi biliriz ki, beklenti ne kadar yüksekse baskı da o kadar büyüktür! Ronaldo da tüm kariyeri boyunca bu baskıyı yaşadı: Gazetelerde aleyhinde manşetler atıldı, televizyonda boy boy fotoğraflarının önünde yorumcular olmayacak laflar etti, sosyal medyada milyonlarca paylaşımla Ronaldo’yla dalga geçildi. En kötüsü de Ronaldo sahadayken kendi taraftarlarınca ıslıklandı!!! Hem de birçok defa…

“Islıklandığın An” başlığını bana attıran Ronaldo’nun bir röportajı oldu “ben o ıslıkları da duymak istiyorum” sözleri... O an yaşadığı üzüntü (hatta çöküntü demeliyiz çünkü öyle 3-5 kişi değil, 50.000 kişilik bir korodan bahsediyoruz!!!) kimbilir ne kadar derin?..

Kendiyle ilgili neler düşünüyor, ne kadar güçlü duygular yaşıyordur… Ama röportajda anlattığı şekliyle Ronaldo bu ıslıkları bir motivasyon unsuruna dönüştürmüş, onlardan beslenmiş ve bu muazzam istikrarı, bu başarı abidesi kariyeri inşa ederken ıslıklardan da güç almış.


İşte bu noktada kendi kariyerlerimize dönmek istiyorum, yöneticimizden sert eleştiri aldığımız veya yönettiğimiz kişilerin yüzünde bizden kaynaklanan bir hayal kırıklığını gördüğümüz o anı!.. Başarısızlıkla masadan kaldırılan bir projemizi, batırdığımız bir girişimi, toplantıdaki kimsenin tepki dahi vermediği bir sunumu, tutturamadığımız hedefi, geçemediğimiz sınavı… Hepimizin hayatı başarısızlıklarla dolu! Ve kariyerlerimizi toplam kaç golle kapatacağımız hep o ıslıklanma anında belli oluyor: Nasıl tepki vereceğim? Bir sonraki sahnede çalışmaya devam edecek miyim, edeceksem daha mı iyi yoksa daha mı kötü çalışacağım? O dönem tamamlandığında daha ileri bir noktada mı olacağım yoksa gerilemiş mi olacağım? Dönüp de geriye baktığımda o ıslıklanma anını “her şeyin dönüm noktası oldu, beni kendime getirdi! Ondan sonra başarım hep daha iyiye gitti” diye mi hatırlayacağım yoksa “ah müdürüm bana o haksızlığı etmeseydi, ah o müşteri imzayı bir gün önce atsaydı, ah lojistik malı yükselebilseydi, ah ekibimden iki kişi ayrılmasaydı” gibi laflar mı duyacağım kendi ağzımdan?!..


Benim yelkenciliğimin bir sonraki sahnesine baktığımızda, bu sefer sahnede başka bir tekne var. Gene bir Türkiye Şampiyonası, benimse bu teknede ikinci senem. Bu sefer yaşça daha büyüğüm artık, liseye ya başladım ya başlayacağım… İlk senem fena geçmemiş, ikinci senemdeyse bölgesel olarak en iyi pozisyonlardayım ama Türkiye Şampiyonası bambaşka bir seviye… Yarışın ilk iki gününde hiç fena gitmiyorum, gene çok tekne var ama ben de önlerdeyim. İlk 3’e giremiyorum ama hemen enselerindeyim. Üçüncü gün bir anda hava değişiyor ve benim alışık olduğum sert hava gidip, yerine çok çok hafif bir rüzgâr esiyor. İşte ben o gün büyük bir sürpriz yapıp yarışın ilk kısmında 1. duruma geçiyorum!!! Bu bizim ağabeylerin hiç beklemediği bir durum; sonradan başkalarından dinliyorum, gözlerine inanamıyor ve çok heyecanlanıyorlar klüp bir birincilik alabilir mi acaba diye… Ama ben büyük bir taktik hata yapıyor, bir sürü tekneye geçiliyor ve o yarışı ancak ortalarda tamamlayabiliyorum! Büyük bir hayal kırıklığıyla.

Yarıştan sonra karaya dönüp tekneyi çekmemi bile beklemiyor, daha denizdeyken öfke kusuyorlar bana! Haklılar da… Emekleri var üzerimde, bilmem gereken bir şeyi yapamamış, düşmemem gereken bir hata yüzünden geçilmiş durumdayım. Ben o gün yarışa çıkarken benden öyle bir beklenti yoktu oysa; ama yarış esnasında beklenti oluşmuş, yapabileceğime inanılmış ve başarısızlık sonucu bu beklenti yarıştan sonraki baskıya dönüşmüştü… Hepsi yarım gün içinde olup bitmişti.

Eve döndüğümde çok zor ve uzun bir gece oldu. Beni anlayabilecek kimse yoktu, hayatımın herhalde o güne kadarki en “yalnız” günüydü. Ertesi sabah yarışın 4.gününe gittim; bir sonraki sabah da beşinci ve son gün yarışlarına. Sonuç ne mi oldu? Sorarsanız, bir gün güzel bir sohbette keyifle konuşuruz 😊 Sadece şunu söyleyerek bitireyim: Bugün de yelkende yarışmaya devam ediyorum…

Comments


bottom of page