top of page

Korkunun Karardaki Payı

NBA play-off yarı final maçı, iki takım şu ana kadar 6 maç oynadılar ve 3-3 berabere durumdalar; bu maçı kaybeden elenecek! Maç büyük bir stres altında başlıyor, savunmalar “vahşet” seviyesine ulaşmış vaziyette ve atılan her bir basket altın değerinde. Maçın ilk çeyreğinde Marcus Smart isimli oyuncu, yaklaşık 5 dakika içinde 3 tane üçlük atış denedi ve hiçbirinde isabet bulamadı. Takımın ana skorerlerinden biri olmamasına rağmen bu seride iyi sayı atıyordu ve kullandığı atışların hepsi doğru seçimlerdi. Ama hiçbiri girmedi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Ben içimden, artık bu çeyreğin sonuna kadar bir daha zorlamaz, derken iki dakika sonra bir tane daha attı… Ve soktu! Sonra çeyrek bitiminden önce bir tane daha!!! Sonuçta ne mi oldu? Bu çeyrekte 5’te 2’yle yani %40 ortalamayla, ki bu gayet iyi bir seviye demek, üçlük atış sokmuş oldu! Halbuki benim aklımdan geçtiği gibi 3.atışın sonunda geri adım atsaydı, çeyreği %0 sıfır ile tamamlayacaktı…


“Korkunun Karardaki Payı” başlığı benim için Marcus Smart’ın kafasının içinde olanlarla ilgili: Dördüncü şuta karar verdiği anda eğer bundan önceki 3 başarısız şutu aklından geçirseydi, yani içinde bir gıdım “korku” olsaydı, o üçlüğü atması mümkün değildi!

Bir önceki sahnede yaşanan ne olursa olsun, 3 aydır, son 3 işinizde, son 3 projenizde vb. ne yaşamış olursanız olun, bu deneyimlerin şu anda alacağınız kararı etkilememesi gerekiyor. İyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz… Doğru kararı alabilmek için nesnel kalmak, analitik olmak lazım. Duygular devreye girdiği anda sistem adeta çöküyor! Evet karar alırken içgüdülerimize güvenmeliyiz, ama duygularımızla içgüdülerimizi birbirine karıştırmadan.


Yakın bir arkadaşımın yeni girişeceği iş hakkındaki yüksek sesle düşünme seansına katıldım geçenlerde. “Hangi projeye girişmeliyim?” diye sordu ve önündeki seçeneklerin hepsiyle ilgili artı ve eksileri tek tek sıraladı. Ben hiç karışmadan sadece dinledim; o da serbest çağrışım çalışması yaptı ve her olasılıkla ilgili aklına gelenleri “şu olur bu olmaz” diyerek analiz etti. Daha sonra düşündüğümde bu süreçte bir örüntü fark ettim:


Arkadaşım ele aldığı tüm seçeneklerden kolay olanına yöneliyordu.

Yapmayı sevdiği ve sevmediği işler vardı, yapabileceğine inandığı ve yapmasının zor olduğunu düşündükleri. Sevdiği ve kolay görünen işlere yönelerek doğru girişim kararından her dakika daha uzağa gidiyordu; kumsaldan denize doğru esen rüzgârda suya kaçan topun uzaklaşması gibi adeta başarı şansı kaçıp gidiyordu… Göz göre göre!


Kolayı seçmek de özünde korkudan kaynaklanıyor. Girişim kararı verirken ele alacağın konular kârlılık, yatırım bedeli, yatırımın geri dönüş süresi veya başarısızlık riski gibi unsurlardır. Neyi sevip sevmediğin değil… Eğer diğer projelere oranla şansı çok daha yüksek olan bir tane varsa onu seçersin. “Bu bana çok mesai çıkarır, çok stresli bir iş olur” demek de tabii karar sürecine etki eder, ama kararın ana unsuru değildir! Buna göre karar verirsen en iyi girişimi değil, seni en az üzecek işi seçmiş olursun! Doğru bir karar almış olmazsın. Oysa kararın altında “evet ben bunu daha önce hiç yapmadım ama çok çalışır başarırım evelallah!” yaklaşımı var. İddiaya giren, kafa tutan, rekabete hazır… Kararlı, inançlı. Korkusuz.


“En büyük düşmanım maç kaybetmek değil, maç kaybetme korkusudur!” demiş Rafael Nadal. Dün akşam gittiğimiz tenis kulübünde gözüme çarpmıştı; bu sabah da Marcus Smart’ın üçlüklerini seyredince tamam oldu. Kendi kendimize bir kere daha soralım: Özellikle bu yüksek belirsizlik ve kriz ortamında, aldığım kararlarda korkunun payı ne kadar? Çünkü eğer korkuyla karar alıyorsam, doğru kararlar almıyorumdur…

Comments


bottom of page