top of page

Sonuç Odaklılık – Süreç Odaklılık



Montaigne 38 yaşında kendini emekli etmiş ve inzivaya çekilmiş. Hayatta artık tek isteğim kitaplarımı okumak diyerek... Evine -şatosuna!- bir geçit ile bağlanan küçük kulenin içindeymiş kütüphanesi. Girişte bir kapı ve kilit de varmış! (kapanma günlerinde evden çalışırken en büyük hayalimiz!) Yatağını da oraya yerleştirmiş ve kendisine bu kulenin içinde bir hayat kurmuş.


Benim daha çok ilgimi çeken şey Montaigne’in kitap okuma yöntemi çünkü uzun zamandır kafamda dönen “süreç odaklılık” konusuyla bağdaşıyor. Denemeler’in muhteşem çevirmeni Sabahattin Eyuboğlu, 1952’de yapılan üçüncü baskıya yazdığı önsözde “Kitaplarını da tıpkı gezer gibi okurmuş: okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni lezzetler, yeni düşünceler bulmak için. Tekrar tekrar okuduğu kitaplarda, her kez yeni yeni bir şeyler bulması, onları dilediği zaman dilediği bir yerinden açıp okumasından ileri geliyor”. (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları).

Kendi deyimiyle de tamamen amaçsızca okurmuş Montaigne, sıkıldığı an bırakıp başka bir kitaba geçermiş. O anda canı ne çekiyorsa onu okurmuş. Yani bir kitabı “bitirmek” gibi bir amacı hiç olmamış.

Oysa ben kendi okuma alışkanlığıma baktığımda, bir türlü bitiremedim diye hayıflanmalar, bitirip de kütüphane rafına yerleştirilen kitaptan duyulan gurur, yeterince okuyor muyum diye sorgulamalardan geçilmiyor ortalık. Kitabı bitirmek diye bir hedef koymuşum kendime, sonuç odaklı yapıyorum en keyifli olması gereken şeyi…

Sonuç odaklılık iş hayatının üzerimizde yarattığı bir başkalaşım. Kısıtlı zamanda fark yaratacak sonuçlar almak zorundayız başarı için. Bir süre sonra da otomatik viteste gibi sonuç odaklı yaşıyoruz her dakikamızı. Oysa bir yol vitesimiz, bir de arazi vitesimiz olmalı elimizin altında. Bir yere varmak için gidiyorsak tamam, ama gezmeye çıktıysak ve etrafı görmek, manzaranın tadını çıkarmak, yolculuk hissiyle içimizi doldurmak istiyorsak arazi vitesine geçebilmeliyiz.

Örneğin ben tırnak etlerimi bu yüzden yolduğumu fark ettim geçenlerde! (Aslında ben fark etmedim, Mustafa’m söyledi). Eğer iç sesimi susturup karşımdakini dinleyemiyorsam, bir sonra söylemem gereken şeye ve bu konuşma sonunda -danışmanım ya!- karşımdaki kişinin elde etmesi gereken kazanıma odaklandıysam parmaklarımla uğraşıyorum. Yani o dakika benim için yaşamın bir parçası olmaktan çıkıp, hemen geçilip bir sonraki ana gelinmesi gereken sabırsız bir beklemeye dönüşüyor. Yapacağım, söyleyeceğim şey için sabırsızlanıyorum. Ve tabii sonuç odaklıyken pek de keyifli bir tip olmasam gerek…

Sonuç odaklılık asıl liderlik ve yöneticiliğe çok zarar veriyor. Daha doğrusu, otomatik vitesi yalnız sonuç odaklılıkta takılıp kalmış kişiler bundan çok kötü etkileniyor.

Kapadokya’da (Mustafa’m ile) 3 günlük bir takım çalışması eğitimi düzenlemiştik; bizim “Takım Macerası” adını verdiğimiz formatta, tamamı bir senaryo üzerinden yürüyen ve takımların 3 gün içinde onlarca sınavdan geçtiği bir çalışmaydı. Balonla uçmak, Peri Bacaları’nın arasından uzun yürüyüş yapmak, gün batımında yüksek bir tepenin zirvesinde romantik film sahnesi çekmek, takım hâlinde çömlek yapmak, atv’lerle bayrak yarışı gibi hareketli ve eğlenceli etaplardan oluşuyordu program. Ama takım için muhtemelen en büyük kazanımı, iki tane takım çalışması arasında kalan -azıcık!- boş zamanda yapılan ikili sohbetlerdi: Yorgun argın, ama nefis bir manzaranın içinde, alışılagelmiş ortamın ve işlerin tamamen dışında bir iş arkadaşınızla yapılan insanca konuşma. Birbirini tamamen farklı yönleriyle tanıma, daha önce o kişiyle ilgili duymadığın hisler geliştirme: Merak, içtenlik, sevgi, güven…

Sonuç odaklı hiçbir konuşma bizi birbirimize yaklaştırmıyor. Evet, işteki bir sorunu 2 günde nasıl çözebileceğimizi ele aldığımız o konuşmaya çok ihtiyacımız var; ayrıca o sorunu birlikte çözüp başarılı olma duygusu da bizi tabii ki birbirimize yaklaştıracak. Ama ya sadece sonuç odaklı konuşmalar yapıyorsak? O zaman nelerden mahrum kalıyoruz?..


Süreç odaklı bir konuşmada:

  • Konuşmaz, dinlersin. (Daha doğrusu illa konuşma hırsıyla dolup taşmazsın…)

  • Gündemin -amacın- yoktur, sözün seni götürdüğü yere doğru, iki kişi yolculuk edersin.

  • Anlatma ve anlamanın ötesine geçer, anlaşırsın. (Ve bu yalnızca akılcı bir durum değildir, duygular da devreye girer)

Peki ben parmaklarımı nasıl rahat bırakacağım? Sonuç odaklı görüşmeler kadar sohbetleri de planlayarak. O kişiyle 3 görüşme yapacaksam bunun birini de yalnız sohbete ayırarak. (Ama 1 saatimiz varsa bunun ilk 15 dakikasını sohbete ayırmak benim için aynı şey değil, çünkü aklım elde edilmesi gereken sonuçta oluyor gene.) Ya da birlikte çalıştığım herkesle, ayak üstü iki dakikalığına değil, gerçek sohbet fırsatları yaratarak. Hayatın beni bir araya getirdiği herkesi merak ederek, iletişime geçtiğim herkesle eninde sonunda insanca bir bağ kurarak.


Montaigne’in büyük -ve tek- eseri Denemeler’in kendisi de süreç odaklılık sonunda ortaya çıkmış biliyor musunuz? Yani Montaigne’nin kitap yazmak gibi bir hedefi yokmuş. Bir yerden sonra okurken keşfettikleriyle ilgili notlar almaya başlamış; okuduklarının kendisiyle ve hayatla ilgili ona düşündürdüğü şeyleri yaza yaza Denemeler ortaya çıkmış. Hiçbir düzeni, mantığı, hatta yazılma amacı olmayan bu notlardan, 1580’den bu yana tüm dünyayı etkileyen felsefi ve edebi bir başyapıt ortaya çıkmış.


Opmerkingen


bottom of page