top of page

TRANSAT JACQUES VABRE ve "BÜYÜK KARAR"​

Güncelleme tarihi: 24 Tem 2020




50’den fazla tekne Atlantik geçiş yarışı için bu hafta Le Havre’dan start aldılar ve Brezilya’nın Salvador de Bahia şehrine ilk varan olmak için şu anda okyanusun ortasında kıran kırana bir mücadele içindiler! (Ve ne mutlu bize ki bu yarışta ilk defa Tolga Pamir ile ülkemiz de temsil ediliyor! Yelkencimizi daha iyi tanımak için www.tolgapamir.net ) İki yılda bir düzenlenen bu yarış 24 yıldır “duo” formatında devam ediyor, yani tekneler yalnızca iki  kişilik ekiplerden oluşuyor. Jacques Vabre ( www.transatjacquesvabre.com ) bir kahve markası ve bu yarış da Güney Amerika ile Avrupa arasındaki “kahve yolunu” temsilen düzenleniyor; bu okyanus ötesi deniz yolu ilk defa 1728 yılında kullanılmış ve yüzyıllar boyunca seferler devam etmiş…


              İşin yarış kısmı da dillere destan çünkü dünya çevresinde yapılan ve (solo olarak, yani tek kişiyle) ortalama 90 gün süren yarışlara oranla Transat Jacques Vabre bir “sprint” niteliğinde. 60 Feet / 18,29m IMOCA sınıfı teknelerin 2017’deki birincisi bu yarışı 13 günde tamamlamıştı ve 10 dakika arayla finişe giren tekneler oldu!

Bu nedenle de tekneler deyim yerindeyse 24 saat “tapagaz” gidiyor, hiç frene basmıyorlar… Bu sürat de yarış boyunca hem mekanik donanımın, hem de insan faktörünün sınırlarını sonuna kadar zorluyor! Kaldı ki kızakların (foiler) tek gövdeli teknelerde de kullanılması, yani eski usül “Arşimed Tipi” yüzen teknelerin yerini “uçan” planör tipi teknelerin almasıyla birlikte yelkenciler açısından denizdeki yaşam şartları da çok kötüleşti: Eskiye oranla tekneye vuran dalgaların şiddeti ve teknenin içinde sarsılma oranı çok arttı zira tekneler artık yüzmeyip, uçuyor! Bir Airbus’ın içinde giderken sürekli dev boyutta kum torbalarına vurduğunuzu düşünün!!!


              Yarışı ve yarışçıların içinde bulunduğu durumu bu kadar ayrıntılı betimledim çünkü bizi iş hayatımızda çok ilgilendiren “karar verme” konusuna geçmeden önce, sözkonusu kararı verecek olanların ne şartlarda yaşadığını anlamamız önemli: En fazla 3 saat (ve zıplaya zıplaya!) uyuyor, iyofilize denilen kurutulmuş yemekleri yiyor, ihtiyaçlarını bir kovayla gideriyor ve günde ortalama 15 saat yelken torbaları taşıyıp vinç kollarına abanarak inanılmaz bir efor sarfediyorlar! (Evet belki 300 sene içinde teknelerin hızı çok değişti ama denizcilerin denizle mücadelesi aynen sürüyor…) Üzerine bastıkları zemin de sürekli hoplayıp zıplıyor, öyle ki uykuda yere düşmemenin tek yolu artık yerde yatmak!!!


İşte bu şartlar içinde yarış filosu ikinci günün ortasına doğru büyük bir karar verdi: İspanya’nın Kuzey-Batı’daki en uç noktası olan Cape Finisterre’e gelmeden önce teknekerin yolu ikiye ayrıldı. Şekil olarak bir akciğere benzeyen basınç sistemine girmeden önce, sanki bir dört yol ağzına gelinmiş gibi teknelerin 2/3’ü güneye, kalanlarıysa batıya doğru rota tuttular. İşte büyük “karar” buydu……ve bu karardan 3 gün sonra güneye giden grubun en öndeki teknesiyle diğer grubunki arasında 280 Mil fark var!!! Aynı deniz, aynı hava, benzer özellikte tekneler ….. bir “karar”…..ve sonunda da 280 Mil fark!!!


              Spor dünyası ile iş hayatı arasında kurduğum paralelliklerde hoşuma giden aslında hep aynı şey oluyor: Karar vermek gibi iş hayatında çok önemli olan unsurlar, sporda çok daha net ve çarpıcı bir hale geliyor. İşimizde aldığımız kararların sonuçlarını bu kadar net göremiyoruz, zira paralel bir evrende tersi kararı alan izdüşümümüzün ne sonuç elde ettiğini göremiyoruz. Örneğin satış müdürümüzle yolları ayırmaya karar verdik, sonrasında da işler yeni müdürle hiç fena gitmedi. Dolayısıyla bu bizim için iyi bir karar; ama ya paralel evrende satış müdürü gönderilmemiş ve bir yıl daha edilen sabır sonunda işleri iki katına çıkarmışsa? Bunu hiçbir zaman bilemiyoruz…..oysa yarışta güneye giden teknelerle batıya gidenler arasındaki fark buz gibi ortada! Sizce de çok etkileyici değil mi?...


              Transat Jacques Vabre ile ilgili benim asıl vurgu noktamsa şu: İş hayatındaki “başarıyı” nasıl ölçeriz? Daha doğrusu “ne zaman” ölçeriz? 2019 yılının 2 Kasım tarihinde elimdekilerle kendimi başarılı sayabilir miyim? Yoksa ancak iş hayatım sona erdiğinde, toplamda yaptıklarım, ürettiklerim ve kazandıklarım mıdır başarının ölçüsü? Tıpkı voleybol maçının 2.setinde önde olmak veya okyanus yarışının 5. gününde 280 Mil geride olmak gibi! Bundan sonraki yeni ve taze hava kuzeyden gelirse şu anda geride olanlar hızla farkı kapatırlar; yani finiş çizgisi geçilene kadar kimse kazanmış ya da kaybetmiş değil. İlk iki seti kazanıp sonra maçı 3-2 kaybetmek de var. Profesyonel hayatta da senelerce biriktirdiğin deneyimleri emekli olmadan hemen önce hayata geçirip çok başarılı olabilirsin ya da tam tersine ilk işin olan start up’ta dünyaları kazanıp, yıllar içinde bu kazanımları kaybedebilirsin.


              Ne dersiniz, sizce finiş çizgimiz nerede? Başarı bir “an” itibariyle ölçülebilir mi yoksa bir süreç mi? Süreçse de ne zaman iyi/kötü, başarılı/başarısız yargısını hakkeder?

              Yanıt ne olursa olsun yazıyı böyle bitirmek benim içime sinmiyor, çünkü insan gelişimine tutkuyla inanıyorum! Kendi yarışımızın neresinde olursak olalım, görünürde önde veya geride, her gün rüzgarın değiştiğini unutmayalım. Her gün gelişen, her gün çevik* davranıp hızlı yön değiştirebilen ve görünmeyen bir finiş çizgisiyle olsa dahi adım adım ilerleyen başarılı oluyor. Tekne ne kadar sallansa da aynı enerjiyle çalışmaya devam eden, kaybettiği sayıdan sonra karamsar olmayan, her sayıya, her güne, her işe tekrar tekrar hevesle-iştahla başlayan.


*Çeviklik: Bk. Nöronus / Mustafa Bayındır

Comments


bottom of page