top of page

Yapboz


- "Askeri lisede bir dönem tiyatro oynamıştım. Bulunduğum sahnede bir sandık, üstünde de püskürtmeli bir su şişesi oluyor, ben de bütün repliklerimi elimde bu şişeyle söylüyordum. İlk 2 oyun gayet iyi gitti, askere ve komutanlara oynamıştık; ama 3.oyunda ne olduysa, ben çıktığımda sahnede ne sandık vardı ne de üzerindeki şişe!.."


Kıdemli ve çok başarılı bir yöneticiden dinledim bu hikâyeyi geçenlerde. Sandıkla şişeyi göremediği an yaşadığı telaşı gülerek anlattı. Önce biraz kekelemiş ama sonra repliklerini azıcık değiştirerek oynamaya devam etmiş, birkaç sahne sonra da arkadaşları sandıkla şişeyi yetiştirmişler.


- "En garibi de ne oldu biliyor musunuz? Oyundan sonra kimse bana ne sandığı ne de şişeyi sordu. Kimse fark etmemiş yokluklarını... Halbuki benim için büyük bir faciaydı."


- "Şimdi o kadar yıl sonra anlıyorum ki, siz elinizden gelenin en iyisi için uğraşıyorsunuz, ama ne yaparsanız yapın çoğu zaman mükemmel olmuyor. Oysa ortaya çıkardığınız sonuçtan insanlar gene de çok memnun kalabiliyorlar çünkü onlar sandıkla şişeyi bilmiyor, eksikliğini de hissetmiyorlar. Sandıkla şişe yalnız sizin kafanızda..."


Bu hikâye mükemmelliyetçilik ve işte kendi kendimize yarattığımız baskı-stres ile ilgiliydi. Ama ben onu "amaç ve anlam " konusuna bağlayacağım. Bu sefer kendi lise zamanımdan bir tiyatro öyküsüyle :)


- "Bütün yıl prova yaptık, açılış sahnesinde ben tek başıma perdenin önünde oturuyor ve pipo tüttürüyorum. Sahne karanlık, benim üzerime düşen mavi ışıkta dumanlar görünüyor, kısa bir sessizlikten sonra da açılış repliğimi söylüyorum..."


- "...ama ilk oyunda o mavi ışık yanar yanmaz bir de ne göreyim, ilk sırada hemen önümde en muzip öğretmenim oturuyor ve bıyığım, kasketim, elimde de pipomla beni görünce basıyor kahkahayı! Ben de o heyecanla pipodan bir nefesi yanlışlıkla yutuveriyor ve daha ağzımı açamadan öksürüklere boğuluyorum!"


Böylece bizim oyun bir anda -bana gülen!- seyircilerin kahkahalarıyla başlayıp, ağır bir sahne yerine komediyle açılıyor! Kuliste herkes şaşkın :)


Bu hikâyeninse iş hayatıyla doğrudan bir bağlantısı yok. Ama lise yıllarında oynadığım tiyatroların, o günlerde anlayamayacağım bir rolü varmış benim hayatımda: Eğitimcilik. Yani topluluk önünde konuşma, belki biraz rol yapma ve sahnede duruş açısından beni iş hayatındaki başka bir şeye hazırlamış o oyunlar.


Yaptığımız işlerin bir #amaca hizmet etmesi, bizim için bir #anlamı olması çok önemli. Ama bazen, yaşarken bir anlam veremediğimiz deneyimler hayatın gizemli kurgusu içinde bir süre sonra büyük önem kazanıyor. Elinde bir yapboz parçası varmış da henüz hangi resme ait olduğunu bilmiyormuşsun gibi...


Sizin yapboz parçanız hangisi? Öğrenci kulübü, basket takımı, gönüllü dernek? Bir uzun yol seyahati veya yaz stajı?


Elime geçenlerin hepsini titizlikle cebime koyuyor, hayatımızın "büyük resminin" parça parça tamamlanacağına ve çok güzel olacağına inanıyorum.

Comentários


bottom of page