top of page

Zaman Değil Hayat Yönetimi


"Zaman" deyince dolu dizgin koşan bir at canlanıyor zihnimde. Bir sahnede dizginleri sağlam tutan ve eyerine dimdik oturmuş bir binici var; diğerindeyse at koştukça hoplayıp zıplayan ve düşmemeye çalışan bir acemi. Ama her ikisinde de at dolu dizgin koşuyor.

"Zamanı yönetmek" dediğimizdeyse bu bir oksimoron değil mi? Söylendiği an kendi kendinin tersini kanıtlayan boş bir çaba... (Tabii biz bu sözcüklerden aslında zamanı verimli kullanmayı, zamanı boşa harcamamayı anlıyoruz.) Çünkü örneğin hesabındaki parayı yönetmek doğru bir kullanım, çünkü eğer harcamazsan paran hiç azalmıyor. Yalnızca nasıl çoğalacağı konusunda kararlar alıyorsun. Oysa zaman hesabında bakiye sürekli eksiliyor! At durmadan koşuyor.

Zamanın bir nicelik, bir de nitelik boyutu var. Niceliksel olarak baktığımızda bir saat herkes için bir saat. Niteliksel olaraksa günün bir saati bize çok uzun, çok dolu, çok anlamlı gelirken, başka bir saatiyse adeta yaşanmamış gibi gelebiliyor. Tamamen israf olmuş, boşa gitmiş, cepten yenmiş bir hayat saati...

Zaman algımızı çok değiştiren şeylerden biri de salgın şartları oldu. Yolculuklar, randevular, buluşmalar ister istemez çapa görevi görüyormuş takvimlerimiz içinde:


Şimdi nilüfer çiçeği gibi suyun üzerinde mi salınıyor takvimlerimiz?

Zaman-mekân denklemi olarak da, arka arkaya birkaç gün evden çalışılacak bir takvimi yönetmek daha zor değil mi? Yani fark etmesek bile zamanı, mekân değişikliğine göre yönetmeye alışmışız. Bir yerden bir yere gitme zorunluluğu olmaması da zaman yönetimini zorlaştırıyor. Çakılı oynamayı pek bilmiyoruz, öğrenmemiz gerekiyor.

Yıllardır yaptığım zaman yönetimi eğitimlerine oranla farklı bir durum var artık: Zaman yönetimi gündemiyle başladığımız çalışmaların hemen hepsi tutkuya doğru makas değiştiriyor. Zamanı iyi değerlendirememekten duyulan tatminsizliğin -hatta pişmanlığın- temelinde de yabancılaşma var.


İş hayatlarımız hepimiz için büyük dozda yabancılaşma içeriyor. Ama bir günün içinde tamamen kendini yabancı hissettiğin işleri yapmakla, günün en azından bir bölümünde tutkuyla bağlandığın bir konuda çalışmak arasında çok büyük fark var! Çünkü o karışımın içinde bir ölçek "tutku" oldu mu günün, zamanın, hayatın bütünü değişiyor.


Tutku o kadar güçlü bir renk ki, paletin üzerindeki diğer her şeyin tonunu da etkiliyor! Bir yerinden günün içine nüfuz ettiği anda artık elimizin değdiği her şey başkalaşıyor.

Işıklar daha parlak, sesler daha coşkulu geliyor.

Benimle zaman yönetimi konuşmak isterseniz, bilin ki ben sizi önce biraz tutku konusunda dinlemek isteyeceğim. Hayatımızda tutkunun, tutkuyla düşündüğümüz/ürettiğimiz bir şeyin varlığından emin olduktan sonra ancak zaman konusuna geçeceğiz. Ama artık gözlerimiz pırıl pırıl ışıldıyor olacak!


( Marcin Dampc adlı kişinin Pexels'daki fotoğrafı )

コメント


bottom of page